Kötü Dünya Sendromu: Medya Gerçeklik Algımızı Nasıl Şekillendiriyor?

3 dakika okuma süresi

Günümüz dünyasında her gün haber ve medya içeriği bombardımanına tutuluyoruz. Sosyal medyanın ve 24 saat yayın yapan haber kanallarının yükselişiyle birlikte, sürekli bilgi akışından kaçmak giderek zorlaşıyor. Bilgilenmek önemli olmakla birlikte, olumsuz haberlere maruz kalmanın çevremizdeki dünyaya ilişkin algılarımız üzerinde yaratabileceği etkiyi de göz önünde bulundurmak önemli. Bu maruziyetin bir sonucu olarak ortaya çıkan bir olgu da kötü dünya sendromu.

Kötü dünya sendromu, 1970’lerde iletişim uzmanı George Gerbner tarafından ortaya atılan bir kavram. Çok fazla şiddet içeren veya olumsuz medya içeriği tüketen bireylerin dünyaya karşı aşırı kötümser bir bakış açısına sahip olma eğiliminde oldukları fikrini ifade eder. Böylece insanlar, dünyanın gerçekte olduğundan çok daha tehlikeli ve düşmanca bir yer olduğuna inanabilirler. Bu durum, artan korku, endişe ve başkalarına karşı güvensizlik gibi bir dizi olumsuz duygu durumunu tetikler.

Gerbner, 1960’larda başlayan ve 2000’lerin başında tamamlanan uzun soluklu araştırmasında, televizyon programlarının bir dizi içerik analizine ve izleyici anketine dayanarak incelemesini esas almıştır. Araştırma sonuçlarına göre, şiddet içeren içeriklere maruz kalan izleyicilerin toplumdaki suç ve şiddet oranına dair gerçeklik algısının, resmi istatistiklerden çok daha yüksek düzeyde olduğunu saptamıştır.

Gerbner’in bu hipotezini destekleyen çok sayıda araştırma görmek mümkün. Örneğin, Türkiye’de 2019 yılında yapılan bir çalışmada* 800’den fazla üniversite öğrencisine anket uygulanmış ve daha fazla şiddet içeren medya içeriği tüketenlerin kaygı ve depresyon düzeylerinin daha yüksek olduğu bulunmuştur.

Bu karamsar bakış açısı, medya kuruluşlarının sıklıkla olumsuz haberlere odaklanmasıyla adeta kaçınılmaz hale gelmektedir. Toplumsal yaşamda her ne kadar olumlu ve moral verici gelişmeler olsa da, bunlar genellikle suç, şiddet ve trajediyle ilgili hikayelerden daha az ilgi görmekte ve dolayısıyla daha az haber değeri taşımaktadır. Böylece, olumsuz yönlerin öne çıkarıldığı ve olumlu yönlerin göz ardı edildiği çarpık bir dünya algısı yaratmaktadır.

Sendroma katkıda bulunan bir diğer faktör de sezgisel yanlılığımızdır. Nitekim, sürekli olarak olumsuz haber bombardımanına tutuluyorsak, çevremizdeki dünya hakkında düşünürken bu olayları hatırlama olasılığımız daha yüksektir. Bu da söz konusu olumsuz olayların gerçekte olduğundan çok daha yaygın olduğu sanrısını yaratabilir.

Peki, kötü dünya sendromuyla mücadele etmek için ne yapabiliriz?

Belki de en etkili çözüm, olumsuz medya içeriğine maruz kalmamızı sınırlandırmaktır. Bu, gündeme ilişkin önemli haberleri görmezden gelmemiz ya da bilgi sahibi olmayı tamamen reddetmemiz gerektiği anlamına gelmiyor, aksine olumsuz içeriğe sürekli maruz kalmanın algılarımız üzerinde yaratabileceği etkinin farkında olmamız gerektiği anlamını taşıyor. İster sosyal medya, ister podcast’ler veya diğer medya biçimleri aracılığıyla olsun, medya tüketimimizi olumlu ve canlandırıcı içeriklerle dengelemek faydalı olabilir.

Etiketler

Çevresel Sorumluluğa Yönelik 6 Pratik Adım
İş Yaşamı ve Etik
Madende Kadın Olmak: Yeni Yıla Yeni Nefes Etkinliği
Motosiklet Kullanmanın Püf Noktaları: İki Teker Üzerinde Özgürlüğün Tadını Çıkaranlar
Kötü Amaçlı Yazılımlarda Son Trend: Malware